Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
ANKARA ANTLAŞMASI  ve LİONEL MESSİ       Boyu uzamayan ve oldukça kısa olacağını söylenen  küçük adamın  ailesine Arjantinli doktorlar,  İspanya’ya gitmesini ve burada tedavi görmesini tavsiye ettiler. Onlar da çocukları için  apar topar Ispanya'ya gittiler. Aslen İtalyan olan  aile, Avrupa Birliği pasaportu taşımaları sebebiyle, İspanya’da ikamet etmeye başladılar.         Aile çocuklarını Barcelona altyapısına kaydettirmişler ve ve çocukları için ellerinden gelenin fazlasını yapmışlardır. Tedavinin büyük bir kısmını Barcelona kulübü karşıladı. Ve tedavi sonucu çocuğun  boyu 1,69cm olmuş ve aile amacına ulaşmıştır.         Kariyeri boyunca, 4 kez La Liga, 3 kez de UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayan , 4 kez de Dünyada Yılın Futbolcusu Ödülü’ne laik görülmüştür. 4 ödülün 4’ü de üst üste alınmış ödüllerdir. Ayrıca 3 kez de Altın Krampon Ödülü’nü kazanan Arjantinli yıldız 2014’te FIFA Dünya Kupası’nda final oynasa da Almanya’ya uzatmalarda yedikleri golle kupayı kaptırmı
KAYSERİ'DEN VENÜS'E BİR  SEVDA MASALI               Kudretli Selçuklu hükümdarı II.Kılıçarslan'ın  oniki çocuğu oldu. Ancak çocuklarından  sadece biri kız olmuştu.  O kız çocuğunu, hükümdar Kılıçarslan ve  küçük kızın erkek  kardeşleri  ihtimamla büyütüp, sarayın gözbebeği ve baştacı  yapmışlardır.              O küçük kız  artık büyümüş ve genç bir kız olmuştur. Ve gönlünü sultanın ordusunun umut vaadeden sipahilerinden  birine kaptırır. Fakat  prensesin ağabeyi I.Giyaseddin Keyhüsrev bu  sevdayı hiç  onaylamıyordu ve şiddetle karşı çıkıyordu. Ağabeyi sultanın aşık olduğu Sipahi’yi Kayseri’den uzak tutmak için O’nu muharebeden muharebeye göndermiş ve genç adam sonunda  katıldığı  muharebelerin birinde şehit olmuştur.              Sultan  bu muharebelerden dönecek diye sevdiği adamı  beklerken, yaralıların arasına katılıp, onlara bakım yapıyordu. Türk tarihinde ilk kadın hemşire kabul edilen Sultan artık sevdiği adamın gelmeyeceğine kanaat  getirir. Ancak bir umut  sa
PASCAL ve   HZ.ALİ                Hz.Ali bir gün bir müşrikle karşılaşır. Muşrik; "Şu sizin halinize bakıyorum da, ahiret var, insan yaptıklarından hesap  verecek diye namaz kılıyorsunuz, oruç  tutuyorsunuz; cennet ve cehennem var diyorsunuz. Ben bunların hiçbirine inanmıyorum. Hem aramızda ne fark var, sende yaşıyorsun  bende. Sizin bu çabanız niye?" diye sormuş.               Hz.Ali müşrike şu cevabı vermiş; Farzet ki ölüm sonrası yok ben bu yaptıklarım için kaybettiğim zaman ne kaybederim? Bu yaptıklarimdan hiç  zarar görmem.  Ancak öteki dünya varsa senin halin nice olur hiç düşündün mü? der.                Hz.Ali'den yaklaşık bin sene sonra dünyaya gelen   Blaise Pascal, yaklaşık 12 yaşında üçgenin iç açılarının toplamının  iki dik açıya eşit olduğunu bulmuştur. Basıncın yükseklerde azaldığını göstermek için 16 yaşında dağlarda araştırmalar yapmıştır.  Daha birçok teoremi olan Pascal 25 yaşına geldiğinde kendini Hıristiyanlığa  ve felsefenin deryasına bırakmıştı
İNSANLARI MUTLU EDEN ADAM          "Bir adam Liverpool'u başarısız  bir ikinci lig takımından dünyanın en iyilerinden birine dönüştürmüştü. O adamın felsefesi basitti: Futbol oynuyorsan, kazanmak için oynuyorsun." diyordu efsane teknik direktörün yardımcısı Bob Paisley.         Teknik direktör  olarak on yıl boyunca sırasıyla Carlisle, Grimsby, Workington ve Huddersfield'i çalıştırdı  ve 1 Aralık 1959'da Liverpool'u  devraldı. Başına geçtiği ekibin durumu hiç de parlak değildi. Kulübü Avrupa şampiyonu yaptıktan sonra bırakacağım diyerek inanılmaz bir öngörü sunmuştur.           Kulübün yönetimini aldığında; beş senedir ikinci ligteydi. Bunun yanında bir de takımı aldığında Liverpool  FA Cup'ta amatör küme takımlarından Worcester City'ye 2-1'le yenilerek kulüp tarihinin en utanç verici mağlubiyetini almıştı.          Takımı devraldıktan sonra  ikinci ligde iki defa üst üste üçüncü olan Liverpool, üçüncü sezonun sonunda  rahatlıkla şampiyon oldu
VEKSİLOLOJİ'DE İKİ İLGİNÇ  BAYRAK          Veksiloloji; bayrakların şeklini ve tarihi hikayelerini  bulan, inceleyen ve değerlendiren bayrak biliminin bilimsel arenadaki Latince adıdır.         Birbiri ile paralel ve yere dik mavi -beyaz-kırmızı renklerden oluşan bayraktır Fransız bayrağı.  Özgürlüklerin ve demokrasinin havarisi olan  Fransa'nin monarşiye bakışı  tüm dünya tarafından bilinir.            Fransa Bayrağındaki  mavinin özgürlüğü, beyazın eşitliği, kırmızının ise birliği temsil ettiği söylenmekle birlikte, hic azımsanmayacak oranda bir grup da  hikayeyi şöyle anlatır; mavi-kırmızının,  yüzyıllar boyunca Paris'in renkleri olduğu  ve Paris aristokrasisinin bu renklere çok önem verdiği birçok platformda anlatılır ve yazılır. Hatta Parisin en büyük futbol kulübünün (Paris Saint German)  renkleri de mavi ve kırmızıdır.  Bourbon Sarayı'nın ve hanedanının halk hareketiyle etkisizleştirilmesinden sonra   Paris aristokratlarının  kırmızı ve mavisinin arasına Bour
KARL POPPER ve ALBERT EINSTEIN                "Zihnimdeki sorunu doğuran ortamı ve uyarıcı olan örnekleri kısaca anlatmak isterim. Avusturya İmparatorluğunun çöküşünden sonra, Avusturya'da bir devrim oldu. Ortalık devrimci sloganlar ve fikirlerle, yeni ve çoğunlukla saçma kavramlarla dolmuştu. Benim ilgimi çeken kavramlar arasında Einstein'ın görelilik kuramı kuşkusuz en önemli olanıydı. İlgi duyduğum diğer üç kuram da, Marx'ın tarih, Frued'un psikanaliz ve Alfred Adler'in `bireysel psikoloji' kuramlarıydı."               Karl Popper, bu sözleriyle  Einstein'in izafiyet teorisi ile Marks , Freud ve Adler'in  teorilerini karşı karşıya getiriyordu. Izafiyet teorisi haricinde diger üç teoride de  herkes kendine göre doğrulanabilir bir  anlam çıkarabiliyordu. Ancak Einstein; kendi teorisinde yanlis olabilecek yerleri gosterebiliyordu. Bu Karl Popper'in cok hoşuna gitmişti.  Doğrulamadan çok ,Yanlışlanabilir olmak. Çünkü bir kere yanlış old
İKİ ALTIN ÖĞÜT          Soğuk bir kış günü kuşun biri havada avare avare uçuyormuş. Hava çok soğuk olduğundan dayanamamış ve karın üstüne tepetaklak  düşmüş. Kanatları ve vücudu donmak üzere olan kuş ölümü çaresizce beklemeye başlamış.          Tam o esnada oradan geçen bir inek gelip üzerine pisletmiş. Kafasına kadar inek pisliğine bulanmış. Kuş buna çok sinirlenmiş ama kalkıp da ineği dövecek hali yok ya. O anda ilginç bir şey olmuş. Pisliğin sıcaklığıyla vücudu ısınmış ve kanatları çözülmüş.            Bu duruma çok  sevinen  kuş ve pisliğin içinde mutlu mutlu ötmeye başlamış. Bu mutlu ötüşleri duyan bir kedi gelip  pisliği eşeleyip kuşu pislikten dışarı çıkarmış. Kuş kendisini pisliğin içerisinden kurtaran kediye tam teşekkürlerini sunacakken kedi tutmuş ve kuşu yemiş.  Her üstüne pisleyeni düşmanın sanma! Her pislikten seni kurtaranı dostun sanma!
YEMEN'DE  BİR İNGİLİZİ KURTARAN  AY - YILDIZ                Britanya'da     ondokuzuncu yüzyıl ortalarında   büyük bir kıtlık vardı.  Kıtlık ve susuzluk toplumda  hijyen sorununa neden olup, salgın hastalıklar baş göstermeye başlamıştır. Kısa zamanda salgınlar  tüm Britanya'yı etkilemişti.               Yıkılışı bile şanına yakışır biçimde olmalıydı Osmanlı'nın ve düşmanlara hâlâ güçlü gözükmek adına Osmanlı Sultanı Abdülmecid; Britanya'daki insanlara az da olsa yardım etmek maksadıyla üç gemi  erzak ve yardım maddesi göndermiştir.              Salgın hastalıklar ile uğraşan Britanya halkı  için  bu yardımlar çok önemliydi.Böyle bir olağanüstü  dönemde bile İngiliz kraliyet ailesi limanlarını Osmanlı gemilerini açmadı. Bu nezaketsizlik üzerine  Osmanlı gemileri de yüklerini, İrlanda'nın kuzey doğusundaki Drogheda kasabasına indirdiler.                Beş yıl sonrasıydı. Beş yıl önce limanlarını Osmanlı yardımına açmayan İngiliz Kraliyet ailesi ile   Osm
BALYAN AİLESİ MIMAR MI? MUTEAHHİT Mİ?      Balyan Ailesi hakında araştırma  yaparken ilginc bir bigiye antoloji.com internet adresinde Bayram Akcan'ın bir röportajını  okuyarak ulaştım . Aynen aktarıyorum....   Yard. Doç. Dr. Selman CAN: BALYANLAR MİMAR DEĞİL, MÜTEAHHİT! ’I stanbul’u bir inci tanesi gibi süsleyen bazı saray, köşk, kışla, cami ve devlet dairelerinin mimarı Balyan ailesi değilmiş. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Selman CAN Balyanlar’ın, bilinenin aksine mimar değil müteahhit olduklarını Osmanlı arşivlerine dayanarak belgeledi. Ufuk Ötesi Gazetesi, yaptığı araştırmaları büyük yankı uyandıran Selman Can ile röportaj yaparak bir ilke daha imza atmanın haklı gururunu siz değerli okuyucularıyla paylaşıyor. Yazarımız Bayram Akcan sordu, Selman Can Türk Sanat Mimarisine ilişkin yanlış bilinenleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi… • Kamuoyu sizi Türk Sanat Mimarisi üzerine yaptığınız araştırmalarla tanıyor. Araştırmalar
OSMANLIDA MİMARLIK EFSANESİ OLAN AİLE             Balyan ailesi altı Osmanlı padişahına dört nesil mimar olarak hizmet vermiştir. Bu aileden dokuz mimar 19.yüzyılda  Istanbul'un çehresini yönlendirmişlerdir.          Balyanların aktif olduğu dönem,  Avrupa’nın  hızlı gelişmesine  ayak uydurmaya çalışan ve zamanı geçmiş yönetim biçimlerinden vazgeçemeyen Osmanlı dünyasında reformların başladığı bir dönemdi.           Balyanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentini camiler, kiliseler, saraylar, padişah köşkleri, süslü türbeler, okullar, hastaneler, baraj ve su kanalları, hatta saat kuleleri ve bir darphane ile donattılar.  Görkemli Batı tarzı cephelerle bütünleşmiş Doğu’ya özgü kemerler, Fransız eğitimi almış bu ünlü Osmanlı Ermeni ailesinin esinlendiği, diğer faktörlerin yanı sıra, Beaux-Arts mimari stilinin ruhunu yansıttığı uzmanlar tarafından anlatılır.            Balyanların İstanbul’daki belki de en ünlü yapılarından biri Dolmabahçe Sarayı’dır. Türkiye’nin en büyük sa
KÜTÜPHANEDEKİ KALECİ             Zamanının en ünlü takımlarından biri olan  Vefaspor' un  kalecisi Mustafa Gözüpek,  bu takımın en popüler futbolculardan  biriydi.           Mustafa, Memleketi Ürgüp'e gittiğinde bütün gençler etrafında pervane oluyordu. Hepsine tek tek  futbolu öğretmeye çalışıyordu.           Kaymakam,  Mustafa'dan Ürgüp'te kalmasını ve bu gençlere ön ayak olmasını istiyordu. Mustafa memleketine hizmet olsun diye bu teklifi kabul etti.  Kaymakam;ona maddi katkısı olsun diye  kütüphane memurluğundan da maaş bağlamıştı. Gündüzleri kütüphanede oluyordu.. Ama çok ilginçti; kütüphaneye kimse gelmiyordu ... Birgün köyün birinde yapilacak bir açılış törenine  gidiyor Mustafa. Herkese yer bulunan Protokolde ona yer verilmiyor. Çünkü kütüphaneciye  kimse önem vermiyordu.          Bu olay Mustafa'nın gururunu kırmıştı.   Kütüphanenin prestiji için Mustafa  çeşitli senaryolar hazırlamaya başladı. Kaleci  Mustafa önce kütüphaneye bir eşek aldırdı. Bu eşeği
TIBBİYELİ HİKMET ve ORHAN BORAN         Bir tıp fakültesi talebesiydi. İstanbul işgal altındayken ve gece gündüz vatanseverler düşman askerleri tarafından  şehit edilirken  ve tarihler 14 mart 1919’ı gösterirken;  bir grup arkadaşıyla, Tıp fakültesi binasına kocaman bir Türk bayrağı astı. Bunu da Tip fakultesinin kurulus tarihi diye isgal guclerine legalize etmistir.         O bir öğrenci lideriydi ve henüz 18 yaşındayken, Sivas Kongresine davet edildi… Hikmet Boran, tarihe Tıbbiyeli Hikmet olarak geçti.         Vatan topraklarının kurtarılması için Kongreler düzenlenmesi kararı alınmıştı ve Tıbbiyeli Hikmet 1919’da yurdun dört bir yanından gelen, 38 delegeden biri olarak tarihe geçmişti.        Yurdun her bölgesinde  Mudafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak dernekleri oluşturarak bağımsızlık çalışmaları  organize olmaya basliyordu.  Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde bu derneklerin tek çatı altında birleşmesini öneren genç bir adamdı.           Ulus Gazetesi’nde Şahap Osman Aras, Tıbbi
BARIŞ KİLİSESİNİN  KİN KAPISI         O ne acaip bir kilise ki; bir kapısı "Kin Kapısı"  olarak biliniyor.       Sirbistan'ın küçük bir kasabası Karlovci'de onaltı yıldır süren bir savaşın  sonuna gelinmişti. Ve bir antlaşma imzalanacaktı. Taraflardan biri Kutsal Roma Germen İmparatorlugunun devamı  olan Alman, Avusturya- Macaristan imparatorluğu, Venedik Cumhuriyeti,Polonya  ve Rusya çarlığı ile ilk defa hıristiyanlar ile birarada savaşan Fransa ve ilginç bir ülke; komşumuz  Iran. Diger taraf ise Osmanlı  ve İsveç.        Bu antlaşmanın bizim için  önemi Avrupa devletlerarası  hukuk sistemine intibak ettiğimiz ve daha önemlisi  toprak kaybettiğimiz ilk antlaşma olmasındandır.  Dolayısıyla Avrupa devletleri açısından da büyük anlam ifade eder. Karlofça Antlaşmasına kadar Osmanlı Devleti hiç bir devletle masaya oturmamıştı. Peki hiç yenilmemiş miydi? Elbette  yenildi ancak yenildiği zaman dahi ateşkes yapılmış ve barış antlaşması yapılmamıştı. Çünkü Osmanlı k
HERNAN CORTES ve BARBAROS HAYRETTİN PAŞA         İspanyolların efsanevi keşfi denizcisi Hernan Cortes  ondört  yaşında eğitimden sıkılınca okulu bırakmıstı. Tek hedefi vardı ; yeni dünyaya yani Amerika'ya ulaşmaktı. Kendisini Dominik cumhuriyeti'nde bulduğunda     on dokuz yaşındaydı ve tarih 1504 yılıydı. Diego Velazquez'in  1511'de Küba'yı ele geçirdiği askeri sefere katıldı. Velazquez Küba valisi olunca, savaşta gösterdiği kahramanlıklardan  dolayı Cortes'i yardımcılığına atadı.            Velazquez 1518'de  Cortes'in küçük bir güç oluşturmasını  ve  Meksika'ya bir keşif gezisi gerçekleştirmesini istiyordu.  Cortes bunun üzerine hızlı bir şekilde hazırlığı tamamlamış on gemi ile  yerel halkı çok zengin olan  Aztek imparatorluğu'nun büyük zenginlikleri konusunda yeteri kadar istihbarat toplayıp hedefe yönelmiştir.Hatta eşini bile Azteklerden seçip  toplumdaki bilgiye hakim olmayı hedeflemişti. Aztek Toplumu hakkinda ciddi bir istihbarat to
AMERIKA'DA BİR TÜRK MÜFETTİŞ                 Meşhur silah tüccarı  Osmanlı Devleti’yle bir anlasma yapmak amacıyla Amerika’dan kalkıp, İstanbul’a gelmiştir. Çünkü Osmanlı Devleti yaklaşan savaşlarda kullanmak üzere 700.000 tüfek alacaktı.        Hüseyin Tevfik Paşa; modern matematiğin ve geometrinin Türkiye'deki öncüsüdür. İngilizce yazdığı "Linea Algebra" adlı kitabı hala Harvard Üniversitesinde   dahi okutulmaktadır.          Hüseyin Tevfik Paşa, Osmanlının alacağı bu tüfeklerin şartlarına uygun üretilmesini kontrol etmek üzere görevlendirilen komisyona  başkan olarak atandı. Üretimin başlamasından altı ay önce İngilizce öğrenmek amacıyla Amerika’ya gitti.   Gelecekte modern Türk matematiğinin kurucusu da olacak olan Hüseyin Tevfik Paşa, on beş yıl Amerika'daki tüfek fabrikasında mufettiş olarak görev yaptı.             Hüseyin Tevfik Paşa'nın  müfettişlik görevi; Sultan Abdülhamid’in tüfeklere karşı şahsi ilgisi nedeniyle konuya ayrı bir önem katmakta
HİTLER'İN DANSI       İkinci Dünya Savaşı sonlarında dogru yıkılan bir Nazi Karargahı'na girildiğinde, çok ilginç bir görüntüyle karşılaşılmıştı.  Karargâhın kalıntılarının icinde oniki Tibetli rahibin cesedi bulunmuştu.  Burayı bulanlar görüntüye hiç anlam verememişlerdi.      Nazi partisinin yedi  kurucusundan biri olan Dietrich Eckardt, Thule tarikatının temel ifadesini şöyle açıklıyordu;  "Thule'nin tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. insanoğlu ile 'dış zekalar' arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç kaynağı Almancayı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır. "        Gizli Thule tarikatı'nın üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı.      Karl Haushofer'ın, bir takım normal ötesi yeteneklere sah
PASEWALK AKIL HASTANESİ           Adolf Hitler’in kişiliği, büyük ölçüde mutsuz bir çocukluk ve Viyana’da çok zor şartlarda geçen gençlik döneminin izlerini taşır. Yirminci yüzyıl başlarında Viyana, Habsburg İmparatorluğunun gücünü çok belirgin bir şekilde yansıtırken, toplum içinde eşitsizliği ve gelir dağılımı bozukluğunu da ciddi ciddi hissettirmektedir. Genç Adolf'ta bu esitsizlikten ciddi anlamda sıkıntı duymaktadır.         Hitler I. Dünya Savaşı’nın başlamasına o kadar mutlu olur ki  hemen gönüllü olarak cepheye gider. Savaşın bitimine çok az bir süre kala İngiliz birliklerinin uyguladığı  hardal gazı ile  arkadaslari ile birlikte gözlerinden yaralanır. Diğer arkadaşları  iyileşirken Hitler geçici olarak kör olur  ve  Doğu Almanya’da Pasewalk hastanesine  sevk edilir. Bu hastanede gecirdiği dönem Hitlerin hayatında önemli bir yer tutar. 1. Dünya Savaşı’nda cephedeki korkusuz ve adeta “Hissiz” davranışları daha çok kahraman askerlere verilen “1. Sınıf Demir Haç” madalyası
BİR LİMANDAKİ İKİ OLAĞANDIŞI  ADAM          Sokrates öncesi  filozofların  en önemlilerinden biri Miletli Tales 'tir. Tales Sümerlilerin Tarkullu hipotezini biliyor ve inanıyordu. Yaklasik 2500 senedir kabul goren bir hipotezdi bu Tarkullu hipotezi. Bu hipoteze göre; Okyanus (Okeanus) içinde dünya, dünyanın  üzerinde gökyüzü ve dünyanın altında yeraltı var. Hipotez Sümerlerde rahiplerin elindeki bir bilgidir. Bu tamamen rahiplerin hegomonyasinda ve kimsenin tartışamasina da imkân vermiyorlardı. Tales Sümerlerin  Tarkullu hipotezini  kendine örnek alıp dunyadaki herşeyin "Su" kaynakli olduguna inaniyordu. Ancak inançtan çok  Tales , bunun ispatlanması gereken bir kavram olduğuna inanıyordu.           Anaksimandros; Talesin öğrencisi diye bilinir.  Tales ile Anaksimandros'un, yaklaşık 2500 sene önce Sümerli rahiplerin  ortaya attığı ve tartışılamayan  "Tarkullu hipotezini" tartışmaları bilim felsefecileri tarafından pozitif bilimin ilk tartışması  olarak ta
KING ve  KING          Amerika Birleşik devletlerinde beyazlarin ve çoğu kabullenmiş zencilerin inanışına  göre; siyahilerin beyazlara göre daha düşük seviyede zekaya sahip, daha saldırgan, daha tembel ve pis insanlar olduklarını düşünüyorlardı. Toplumun büyük  çoğunluğuna göre Siyahiler  "kirliliğin" kaynağıydılar. Eğer ondokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru bir siyahi vatandaş , olağandışı iyi bir eğitim alarak  saygın bir işe başvursaydı, kabul edilme ihtimali  yoktu.          Mevcut önyargılar zaman geçtikçe daha da toplumun bilinçaltının derinliklerine hatta toplumsal gerektiğine işledi. Toplum; "Bakın, siyahiler nesillerdir özgürler, yine de neredeyse hiç siyasi profesör, avukat, doktor, hatta banka katibi bile yok. Bu onların daha tembel ve daha geri zekalı olduklarının kanıtı değil mi ?" argümanı  ile  elitist bir yaklaşımla siyasilere davranıyordu.         Siyahi karşıtı elitist yaklaşım  geliştikçe, ırk hiyerarşisini korumaya dönük yasalar oluşturulmaya  b
RAMAZAN AMCA ve HATICE TEYZENIN UMUDU        O; marangozluk yapan  Ramazan amca ve ev hanımı Hatice teyzenin altı çocuğundan biriydi. Altı çocuktan  üniversitede okuyan tek çocuktu. İlkokuldan itibaren kardeşleri dahi dersleriyle ilgilenmeyip çalışıp, gezip tozarken, o aldığı her başarıyla ailesinin göğsünü kabartmaya devam ediyordu.  Tıpkı soyadı gibi aslan gibi bir evlattı. Emekçi babasının  kıt   kanaat  okutmaya çalıştığı delikanlı, artık Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmıştı.Babası Ramazan ile annesi Hatice, “Oğlumuz hekim çıkacak” diye seviniyorlardı. Artık oğulları  kendilerinin hayallerini gerçekleştireceği için çok mutluydular. Tip fakültesinden  mezun olup memleketine döndüğünde Gaziantep Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde uzmanlık eğitimine başlamıştı. Uzmanlık eğitimi  bittikten   sonra mecburi hizmete başladı.        Bir baklavacıda işçi olarak çalışan gencin annesi babası ayrı olduğu için bu yaşına kadar dedesi tarafından büyütülmüştü. Dedesine
KAHRAMAN DÜŞMAN             Osmanlı İmparatorluğu, 1526'daki Mohaç Muharebesinde  Macaristan Devletiyle savaşıp kazandıktan  sonra,  Budin  1541'de Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilmişti ve  tam 145 yıl Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki en önemli merkezlerinden biri oldu.  Avusturya ile Almanya'da yapılan akınlar Budin'den idare edilirdi.            Avusturyalılar,  Osmanli'yi Viyana önünde bozguna uğrattıktan sonra, hiç beklemedikleri bir anda Budin'i ve bütün Macaristan'ı ele geçirme şansını yakaladılar. Doksan  bin kişilik bir orduyla 1686'da Budin kalesine kadar geldiler. Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa, kendisinden çok  güçlü olan Avusturya ordusuna üç buçuk ay direndi . Bu süreç içinde 18 kez Avusturya ordusunu dağıttı.  Stratejik bir konumda olan  Budin'in kaybı Osmanlılar için bütün Macaristanda hakimiyetin kaybi demekti. Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa durumun farkındaydı ve sonuna kadar direnme kararındaydı.  
RADYODAN ULUSA SESLENİŞ         Amerika'nın sesi radyosu, ikinci Dunya Savaşının en ateşli günlerinden birinde; 7 aralık 1942'de Turkiye'ye canlı yayında dünyaca ünlü bir sanatçı ile yaptıkları röportajı yayımlayacaklardı. Bu yayınların amacı Türkiye'ye Amerika lehine propaganda yapmaktı.           Bütün Türkiye o akşamki konuğu dinlemek için radyolarının başına geçmişlerdi. Spiker konuğa soruyor; Şu anda bütün Türkiye sizi dinliyor. Onlara ne söylemek istersiniz. Sanatcı; "Onlara bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatmak istiyorum" der. Ve başlar anlatmaya; Birgün komşusu hocadan eşeğini ödünç almak ister. Hoca da komşuyu sevmediği için vermek istemez ve bir bahane ile komşusunun talebini reddeder. Komşu tam oradan ayrılırken, ahırdan eşeğin anırma sesini duyar ve hocaya "ayıp değil mi hocam sakalından utan .Neden eşek burada yok diyorsun. Yalan söyleme bari deyince" Sen bana mı inanıyorsun eşeğin anırmasına mı inanıyorsun diye komşusuna bağırmış.
KIRK PARALIK ADAM       Cumhuriyet dönemine kadar  Tramvay haklarını elinde tutan Belçikalı firma ile masaya oturuldu.  Bu masada yapilan tartismalar sonucu yeniden şartlarımızı ortaya koyup kabul ettiriyoruz. Devlet yetkilileri sartlarimizdan birinin de öğrencilerden yarım bilet parası alınacak diyorlardı . Tam bilet 80 para yarim bilet 40 paradır. Şirket bunu kabul ediyor .Ama uygulamaya geçirmeyince olaylar çıkıyor. Büyük olaylar oluyor tramvaylarda.        Istanbuldaki bütün öğrenciler bir protesto organize ediyorlar. Hepsi butun Istanbul'da Tramvaya binecekler ve 40 para verecekler. Ögrenciler Bu olayı  15 kasım 1924'te yapıyorlar. Harbiye'de  sivil polis ve biletçi ile öğrenci kavgaları basliyor . Iki Tıp öğrencisi vuruluyor.         İlk anda, “40 paralık bilet için de bunca şey yapılır mı!” diye düşünülebilir. Ancak olayın gerçek sebebi hiç de düşünülen gibi değildir. Küçük bir tartışmayla başlayıp sonunda kan akmasına varan sürecin merkezinde yer alan olay kapit
TÜRK ON'U         Teşkilatlı bir ordu; Hun İmparatorluğu'nda İmparator Mete tarafından, MÖ 209 yılında ilk defa  kurulmuş olup; bu tarih Türk ordusunun ve Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.          Mete Han tarafından kurulan ilk daimi  Türk ordusu On'lu teşkilat sistemine göre oluşturulmuştur. Bu teşkilatta en büyük birlik onbin kişilikti ve bu birliğe "tümen" adı veriliyordu. Tümenler de binli, yüzlü ve On'lu olmak üzere kademeli olarak küçülen birliklere ayrılıyordu. Söz konusu bu teşkilat, ufak değişikliklerle bütün Türk devletlerinde varlığını sürdürmüştür.  Sisteme göre ordu, her biri on askerden oluşan parçalara ayrılır. Her bir on askerin başına "onbaşı" geçer. On tane onlu asker, yüz askeri oluşturur ve başına "yüzbaşı" geçer.On tane yüzlü asker, bin askeri oluşturur ve başına "binbaşı" geçer. On tane binli asker, onbin askeri oluşturur ve başına "tümgeneral" geçer.          Büt
SİZİ DÖVEBİLİR MİYİM?         Sabah fakültede gazetemi okurken  olağan(!) üçüncü  sayfa haberlerinden biri haline gelen doktor dövme ve öldürme haberlerini okuyordum.  Bende konuyla ilgili makam ( hani  doktorun elini hastanın cebinden çeken  hekim kökenli  akademisyen birey !) gibi boş gözlerle bakmaya başlamıştım  maalesef bu haberlere.     Odamın kapısının önünde  stajyer hekimlerin sesini duymaya başlamıştım. 5.sinif öğrencilerinin stajları bitmiş ve  kliniğimizde sınavları vardı. Kendimi ve bu bekleyen genç  meslektaşlarımı  düşünmeye başladım. Hepimiz  hayalleri olan, hedefleri olan geçlerdik. Üniversite  sınavlarında  yaklaşık iki milyon üzerinde  öğrenci içinde en kötüsü onbininci olan genç insanlardı  bu kapıdakiler. Bu arkadaşlar  daha yolun başında ; Ve en onemlisi hepsinin bir  umudu var...Ya yolun sonuna geldiklerinde o umut yerini  "Can korkusuna"  bırakınca ne olacak?       "Umut'tan  can korkusuna uzanan bir duygudurum skalası" Darp edil