KABAK

  Saçları gençliğinden itibaren dökülmeye başlamıştı dervişin.  O kadar azalmıştı ki saçları,  sadece üç ayda bir gidip usturayı vurduruyordu kafasını.. Yine bir gün berbere gidip:
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber , dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
‘Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder ve kalkar berber koltuğundan.  Ve yan tarafta elinde tesbihi ile Allah'ın ismini anmaya devam ediyordu. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar, sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Keşke Sana kabak dedi diye adama beddua etmeseydin.
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hiç beddua etmesin. Hakkımı da helal etmiştim. Ama gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı.

Kabağın Sahibine....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar